4 Aralık 2015 Cuma

Bir İhtimal Daha Var(dı)

Bismillahirrahmanirrahim
Besmeleyi unutan, Allah’ı unutur.

Osmanlı Devleti’nin klasik dönemine baktığımızda hep zirve isimler görürüz. Her biri kendi alanında en üst mertebeyi temsil eden bu kişilerle devletin gücü arasında bir tavuk-yumurta ilişkisi vardır. Yavuz, Kanuni, Mimar Sinan, Ebusuud, Matrakçı Nasuh, Zembilli Ali, İbn-i Kemal, Piri Reis, Barbaros Hayreddin, Baki, Fuzuli ve diğerleri. Devletin gelişimi bu isimlerin eğitimini, görgüsünü ve algısını yükseltmiş; bu isimler de devleti yükseltmiştir.

Buna benzer bir insan topluluğunu Osmanlı’nın bir devrinde daha görürüz: son döneminde. 19.yüzyılın sonu 20.yüzyılın başına gelindiğinde Osmanlı coğrafyası yine bir gelişmiş insan kaynağıdır.

Siyasi bir deha olan Sultan Abdülhamid vardır. Cihan Harbi’nde teşkilatçılıkla direnen ve daha da önemlisi direnişleri örgütleyen Enver Paşa, Eşref Bey ve ekibi vardır. Kurtuluş Savaşı’nda, belki de tarihimizin en imkansız durumlarından birini yöneten Kazım, Fevzi, Mustafa Kemal paşalar vardır. Şiir alanında kimilerine göre tarihimizin bir numarası olan Mehmed Akif vardır. Dini ilimler ve siyasal İslam anlamında Bediüzzaman Said Nursi, Cemaleddin Afgani vardır. Müzik alanında Tanburi Cemil Bey, Hacı Arif Bey vardır. Yine diğer sanat dallarında Osman Hamdi Bey, Yahya Kemal vardır.

Fakat ne yazık ki bahsettiğimiz dönemlerden birisi mazimizin zirvesi iken, diğeri belki de en zor zamanıdır. Peki bu niçin böyledir?

Öncelikle başta değindiğimiz tavuk-yumurta metaforunu unutmayalım. Klasik dönemde bu isimler mi devleti yüceltti, yoksa devlet mi bu isimleri yüceltti sorusuna tek taraflı bir cevap vermek mümkün değildir. Bu isimlerin hepsi medeniyet birikimimize katkılarda bulundular lakin zaten onlar da büyük bir birikimin üzerinde oturuyorlardı. Yani bu iki tarafın da kazandığı ve beraber yükseldiği bir durumdu.

Son dönemde ise devlet artık neredeyse can çekişiyordu. Saray, toplum, ahlak, ekonomi gibi değişkenler nitelikli olmaktan uzaktı.

Abdülhamid Han hatıratında bu durumdan şöyle bahseder: "Ben ne bir Yavuz Sultan Selim Han idim, ne de Yavuz Sultan Selim Han'ın ülkesi benim buyruğumdaydı. Ne yaptıysam yapabildiğimdir. Yavuz Sultan Selim Han da benim zamanımda padişah olsaydı, o da benim gibi yapardı."

Kemal Karpat da dönem hakkında şu değerlendirmeyi yapar: "Tarihte hiçbir Müslüman hükümdar Abdülhamid kadar önemli kararlarla karşı karşıya kalmamıştır."

Yine Osmanlı için klasik dönem dediğimiz genel olarak 16.yüzyıl olarak belirleyebileceğimiz zamanda dünya çapında medeniyet de farklı seviyedeydi. Fakat 19.yüzyıldan bahsettiğimizde, Batı medeniyeti adına bugün çok iyi tanıdığımız birçok bilimadamı, sanatçı ve yöneticinin olduğunu belirtmeliyiz (Hegel, Marx, Nietzsche, Graham Bell, Darwin, Gauss, Mendel, Tesla, Balzac, Çehov, Dostoyevski, Tolstoy, Beethoven, Van Gogh vs.). 19.yüzyılda bu topraklarda askeri, idari ve edebi alanlarda yetişmiş insan bulunurken; Batı medeniyetinin “pozitif bilim” denilen alanda çok daha fazla isim yetiştirmesi kayda değerdir.

Yine klasik dönemde dünya tarihine geçmiş iki büyük denizcimizi sayarken, son dönemimiz için bir donanmanın varlığından dahi bahsedemiyoruz.

Bir başka bakış açısı da saydığımız son dönem kişilerinin birbirleriyle olan ilişkisine yöneliktir. Klasik dönem isimlerinin neredeyse hepsi ortak çalışmıştır. Yıkılma devri içinse bu asla söylenemez.

Enver Paşa, Sultan Hamid’i tahttan indiren ekipteydi. Sultan Hamid Eşref Bey’i sürgüne göndermişti. Mehmed Akif, Sultan Hamid’i sevmezdi. Sultan Hamid ve Bediüzzaman bir türlü görüşememişti. Mustafa Kemal, Osmanoğulları’na hakaret etmişti. Enver Paşa’yı tasfiye etmişti. Cumhuriyet döneminde Bediüzzaman’a türlü zulümler yapılmıştı. Eşref Bey cumhuriyet devrinde yüzellilikler listesinde sürgün edilmişti. Aynı dönemde Mehmed Akif baskılardan kurtulmak için Mısır’a gitmek zorunda kalmış, orada da hafiye takibinde yaşamıştı. Yine Kazım ve Fevzi paşalara yönetimden el çektirilmişti.

Velhasıl iki dönem arasındaki en büyük fark, birlikte çalışmanın olmaması olabilir. Sorumluluğun büyük kısmıysa bu yetenekleri bir arada kullanmayı, idare etmeyi düşünmeyen ya da beceremeyen yöneticilerdedir. Yani Abdülhamid, Enver Paşa ve Mustafa Kemal.

Yine de Türkiye Cumhuriyeti’ne bu birikimin sonucu olarak bakılabilir. Aslında birikim tek elden tek bir yöne doğru kullanılmayarak israf edilmiştir. Fakat en azından uç uca eklenmiştir. Zira Sultan Hamid ince bir siyasetle yıkılışı 33 yıl ertelerken aynı zamanda bir nesil yetiştirmişti. Onun açtığı okullardan yetişenler onu tahttan indirdi ancak öğrendiklerini de daha sonra kullandı. İttihatçı subaylar Sultan Hamid'in okullarında aldıkları eğitimi, Mustafa Kemal de ittihatçıların arasında öğrendiği teşkilatçılığı çok iyi kullandı.

Peki bu yetenekler birbirlerine karşı değil de beraberce kullanılsaydı ne olurdu? Milletimiz çok şükür yaşamına devam etti, fakat önemli hayat damarlarını da kaybetti. Bu isimleri bir arada düşündükçe hiç cevaplanmayacak olmasının sızısıyla beraber aklımıza gelen soru şudur: Bir ihtimal daha var mıydı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder