Yürürken kaldırım taşlarının çizgilerine basmamaya gayret ediyordu. Gerekirse adımlarını kısaltıyor ya da uzatıyordu. Demek ki keyfi yerindeydi. Ceketinin iç cebinde sonuna yaklaşılmış bir kitap duruyordu. Böyle kitaplar okuduğu zamanlar keyifli olurdu. Yapacak önemli bir işi var demekti bu. Okumak.
Nadiren yapacak önemli bir işi olurdu. Genelde dalından kopmuş bir gazel gibi savrulurdu. Nereye gideceği, nereye düşeceği belli olmazdı. Ama işte bir amacı varmış gibi böyle az bulunan zamanlarda; hedefini bulacağı daha yaydan çıkarken anlaşılan bir ok gibiydi. Her şey düzenli ve planlanmıştı. Kainat sarsılmaz mükemmellikte bir düzen içindeydi. Kaldırım taşlarının çizgilerine bile basılmamalıydı.
Fakat o uğursuz ve amaçsız zamanlar... Kötü giden tek bir şey kainatı(nı) alt üst etmeye yeterdi. Küçük hesapların adamıydı ve o hesaplar şaşmamalıydı. O gün misafir gelir, otobüs gelmez, kafasını bir yere çarpar, sevmediği biriyle karşılaşır, trafik olur, yağmur yağar, ucu biter, Galatasaray kaybeder, kötüler kazanır, su 75 kuruş olur, para suyunu çeker, iş bulamaz, Fahreddin Paşa teslim olur, Çanakkale geçilir, cepheler düşer, savaş kaybedilir, Osmanlı yıkılır, annesi ölür. Annesi ölür.
Annesinin öldüğü gün de o günlerden biriydi galiba. Ya da öyle hatırlıyordu. Ya da ondan sonra günler böyle olmaya başlamıştı. Hatırlamıyordu. Kafası karanlıktı.
Ama şimdi bir kitabı, bir amacı vardı. Sabahçı kahvesinin önüne oturdu. Sigarasını yaktı. Tütün. Kimyasal yok. Çay geldi. Kitabını çıkardı, sayfasını açtı, kaldığı yeri buldu. Bunları bir ayin havasında yaptı. Okumaya başladı. Yanlış hatırlıyordu. Annesi aslında her şeyin çok güzel olduğu bir günde ölmüştü. Ama her şeyin.
"Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden dolayı '93 Harbi' şeklinde anılan bu savaş miladi takvime göre 1877-78 yıllarında yapılmıştı."
Bu ilginç bir takvim hesabıydı. Aslında meşhur hey 15'li türküsünde de bahsedilen evlatlar Rumi takvime göre 1315 doğumlu olduklarından dolayı böyle söylenilmişti. Takvimleri dahi bu kadar karışık olan bir milletin tarihinin anlaşılması pek beklenmemeliydi. Şu izafiyet teorisi denen şey bizim takvimlerle mi ilgiliydi acaba? Bizim milletimiz için yalnızca zaman değil, tarih de göreceliydi.
"Ruslar 93 harbini çok iyi planlamışlardı. Özellikle Osmanlı'nın doğu sınırlarında çatışma yaşanacak yerleri önceden tespit etmiş, ona benzer coğrafyalarda neredeyse bir yıl önceden çalışmaya başlamışlardı. Bir film için kurulan platolara benzer yerler inşa etmişlerdi, bir savaş için. Askerleri o koşullarda yaşamaya, savaşmaya, uyumaya, yiyip içmeye alıştırmışlardı. Adeta önce bir savaş simülasyonu yapmışlardı."
Tadı kaçtı. Ruslar kazanıyordu.
"Osmanlı ise savaşa hazırlıksız ve yetersiz girmişti. Hem nitelik hem de nicelik olarak gerideydi. Düşmanın görüş alanına giren mevkilerden asker sevki yaparken, aynı askerleri iki kere dolandırarak geçiriyorlardı. Düşman asker sayısını iki kat daha fazla sansın diye. Osmanlı göz hilelerine başvuruyor, dublör kullanıyordu."
Düğün gibi bir zamandı. Herkes mutluydu. O zaman düğün olamaz gerçi. Düğünlerde neredeyse herkes mutsuzdur. Ama öyle bir şeydi işte. Ailesi hep bir aradaydı. Birden hareketlilik, çığlıklar, bağırışlar... Sonra kalp dediler, durmuş dediler, bir daha çalıştıramadık dediler, yaş dediler, sırtını sıvazladılar. Kainat(ı) yerle bir oldu. Dünyanın ekseni kaydı. Ay yörüngeden çıktı. Güneş milim milim uzaklaştı. Her yer soğudu, her şey soğudu. Dünya'nın bütün bağlantısı kesildi. Ya da onun dünyayla bağlantısı kesildi. Oksijen seviyesi giderek azalıyordu.
Kitabı bitirdi ve hayatının olağan olumsuzluğuna geri döndü.
"Savaşın sonunda Ruslar Yeşilköy'e kadar girmişti."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder