"Böyle davranırsak bizim de başka seçeneğimiz kalmamış olur Paşa hazretleri." dedi Sultan Hamid. Sakince kahvesini yudumladı. Ortada bir seviye farkı kalmamış olmasına rağmen, diğerleri Sultan konuşurken söze girmiyordu.
"Tahayyül edelim: İmralı veya Kandil'den birisini seçtik, diğerini yok ettik. Sağ kalan taraf kendini artık tek temsilci olarak görecek ve düşündüğünüzün aksine daha da güvenli hissedecektir. Bunu yapmak ellerini güçlendirecektir. Kaldı ki bunu uygun görsek bile hangi tarafı seçeceğiz? Şahsi fikrim hem İmralı, hem de Kandil'le temasa devam etmekten yanadır. İkisi de tam muhatap alınmayacak. Ancak ikisiyle de ipler tamamen koparılmayacak. Yalnızca olaylara göre ipi bazen gevşetir, bazen de sıkarız."
Bunları söylerken ellerini usulca bir ipi kaldırıp, diğerini gevşetir gibi yapmıştı. Enver Paşa sessizlikten yararlandı:
"Aslına bakılırsa ne Kandil'e ne de İmralı'ya ihtiyacımız yok. İkisi de yok edilip, düzen bizzat devlet eline alınabilir. Müzakere halkın kendisiyle devam ettirilir. Hala başıbozuklara muhabbet duyan kalırsa da gereken gözdağı verilmiş olur. Hem suikastler hem de sonrasındaki durumun asayişi için yeterli saha elemanımız mevcuttur." Burada Eşref Bey'e döndü ve başıyla tasdik ettirdi.
Mustafa Kemal Paşa gözlerini kıstı, kaşlarını yukarı doğru çattı: "Madem sahada bu kadar kuvvetliyiz, orada yaşayan halkı niçin hala ikna edemedik Eşref Bey?"
Eşref Bey'in cevap vermesine Sultan Hamid fırsat bırakmadı: "Bunu hoca hazretlerine sormak daha makuldur. Zira kendisi bizzat orada doğup büyümüştür. Ankara'ya da daha dün gece son uçakla
Bitlis'ten, Nurs köyünden teşrif ettiler."
Üstad söze başladı: "Bugün yönetmekten, müzakere etmekten ve hatta yok etmekten bahsediliyor. Lakin bu odadakiler önce "niçin" sorusunu sormalıdır. Orada yaşayan insanlar ne diye böylesine cani bir güruhun peşinden gidiyor? Ademoğlu bu tarz hataları bir çaresizlik mengenesine sıkışmadan yapar mı? Yahut hiç bir haksızlığa, zulme uğramadan? Bugün "devlet" lafzı kullanıldığında o illerde canlanan korkunun sebebi geçmişteki yok etmek üzerine kurulu icraatlardır. Öncelikle bu insanların derdi sorulmalıdır. Yalnızca kelle almak, kanayan açık bir yaranın üzerine hırka giymek gibidir. Yarayı kapatmaz, sadece görünmesini engeller."
Eşref Bey dayanamadı: "Açılan yaraların elbet sebepleri vardır. Lakin bu yara henüz ufakken birileri tarafından mikrop kaptırılmış, bir iken bin yapılmıştır. Bunu yapanlar bu devletin, ümmetin düşmanlarıdır. Hala PKK ve YPG'nin sığınaklarına girdiğimizde Alman menşeili silahlar, Amerikan yapımı füzeler buluyoruz. Bu meselede doğruyla yanlış karışalı çok oldu."
"Doğruyu yanlıştan ayırmak, samanlıkta iğne aramak bu devletin görevidir beyler. Kürt milleti halis Müslüman bir millettir. Bu insanların bazıları bataklığa girmişse, bunun sebeplerini bulmak da, bataklığı kurutmak da bu devletin görevidir." Said Nursi'nin bunları söylerken gözlerini diktiği Enver Paşa cevap verdi:
"Bizim sorunların üstünü kapatmak gibi bir gayemiz yok Said Hoca. Lakin şu anda yaptığımız hizmetler dahi bu örgüte mal ediliyor. Biz o coğrafyanın derdine deva aradıkça halk bu kazanımların örgüt sayesinde olduğunu düşünüyor. Daha doğrusu bu halka böyle düşündürtülüyor, bizzat örgüt tarafından!" Enver Paşa biraz gerilmişti. Kulaklarının kızardığını hissetti. Eşref Bey'le göz göze geldi. Arkasına yaslanıp devam etti:
"Velhasıl bu yılanların başını alırsak, halka bizzat temas edebiliriz. Derdimizi birinci ağızdan anlatırız."
"Paşa! Particiliği de, çeteciliği de, teşkilatçılığı da benden daha iyi bilirsin. Öldürmekle biten siyasi dava gördün mü hiç?" Üstad sert üslubuyla konuşuyordu. Kara gözleri çakmak çakmak parlıyordu. "Hapsedilen bir siyasi mahkum bile hürriyetine kavuştuğunda daha da bilenmiş bir vaziyette olur. Say ki bunlarını başlarını aldın, arkasında kalanlar tamamen azgın bir hale gelecektir."
Bu kimsenin bilmediği odadaki kimsenin bilmediği toplantıda Mehmed Akif ilk ve son kez konuştu:
"Said Nursi hak söyledi mesele bundan derin,
Çözüm mü başını kesmek örgüt liderlerinin?
Müzakere yapılsın, millet orada duruyor,
Asıl onların içi yanıyor, hem de kızıl kor.
Lakin barış değil sanki paşaların tek derdi,
Enver Paşa sakindi, birden hiddetleniverdi.
Tek örgüt değil, parti de sırtında yük milletin,
Bilesiniz ki bu dert aynı zamanda ümmetin.
Eş başkanların dili çatal, hep zehir saçıyor,
Mecliste sıkışınca hemen Kandil'e kaçıyor.
Kahpelik gördüm de bizim mübarek topraklarda,
Böylesini görmedim ne Kafkas ne Balkanlarda.
Velhasıl hak etmeyenin omzunda baş durmasın,
Fakat kimse de mübarek Kürtler dertsiz sanmasın!"
Sultan Hamid giderek yükselen ses tonlarından rahatsız olmuştu. Tam araya girecekti ki birden odanın kapısı açıldı. Odadakilerin hepsi kapının aralığından bize doğru bakıyorlardı. Bazılarının elleri silahlarına gitmişti bile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder