Bismillahirrahmanirrahim.
Besmeleyi unutan, Allah'ı unutur.
Osmanlı denildiğinde aklına sadece bir hanedan, bir devlet ya da bir yönetim şekli gelenler bizi hiç anlayamadılar. Zira Osmanlı sadece bir devlet değildir, bir meseledir. Hem de esaslı bir mesele.
Türk milleti tarih boyunca hep büyük medeniyetlerle yan yana oldu. Arap, Çin, Roma, İran, Mısır, Rus, Kafkas, Anadolu gibi insanlık tarihinin neredeyse bütün büyük topluluklarından etkilendi. Onlarla savaştı, ticaret yaptı ve muhakkak onlardan çokça şey öğrendi.
Selçuklular yıkılıp da Anadolu'da beylikler dönemi yaşanırken, artık Türk milleti bütün bu medeniyetlerden sayısız ilim, kültür ve teknoloji katmıştı kendine. Ayrıca bu öğrendiklerini kendi karakterine eklerken İslâmiyet mayasıyla yoğurmuş, ancak o sayede ortaya çıkabilecek bir hamuru çıkarmıştı ortaya.
Bu kazanımların da ışığında, Osmanlı Devleti Türk milletinin ustalık eseriydi. Kurduğu onlarca devletin sonuncusu, bütün eleklerden geçirdiği milli birikiminin nihayetiydi. Bu devlet ayrıca mayasının İslamiyet olması dolayısıyla hala da gelişmeye ve öğrenmeye açıktı. Bünyesine Katılan Kürt ve Arap milletlerini de esas unsur benzeri kabul etti ve onlarla İslam ortak paydasında buluşarak büyüdü.
16. yüzyıla gelindiğinde Osmanlılar, coğrafyasının en teknolojik ordusuna sahipti. Meydan savaşlarını rekor sürelerde kazanan, geçilmez çölleri geçen, alınmaz şehirleri fetheden bu ordunun alamet-i farikası niceliği değil niteliğiydi. Aynı zamanda mimari, şiir, tıp, astronomi, denizcilik alanlarında da Osmanlı medeniyeti bir marka olmuştu.
Zira Fuzuli yazarken bahsettiğimiz yüzlerce yıllık birikimi İslamiyet'in edebiyle edeplendiriyordu. Sinan çizerken, Selimiye'yi yüzlerce yıllık ilim tortusuna 7 yıl ekleyerek yapıyordu. Hoca Ebusuud 1000 yıllık olgunluğun üzerine içtihad geliştiriyordu. Devletin en büyük devrinde Süleyman, Yavuz, Ebusuud, Zembilli Ali, Sinan, Fuzuli, Baki, Sokullu, Piri Reis gibi isimlerin bir arada yetişmesi asla ve haşa tesadüf değildi. Bu isimler bu milletin ustalık eserinin ustalarıydı.
Osmanlı dahi hep bu Osmanlı'ya hasret duydu. 18. Yüzyılda bile padişahlar "geri gel ey Osmanlı" diyordu. Hala devlet ve hatta hanedan devam ederken insanların geri getirmek istediği o "mesele" idi. Düşünün ki bu yüzyılda bizim hasretimiz ne raddeye gelmiştir. Bugün bizim ve coğrafyamızın derdi bu devletsizlik değil, bu meselesizliktir.
Aksa'ya botlarla girilebiliyorsa, Filistinliler sokak ortasında infaz edilebiliyorsa, Bosnalılara canlı yayında soykırım, Mısırlılara canlı yayında darbe yapılabiliyorsa, Paris'te efendimize hakaret edilebiliyorsa, Kabe'nin etrafını oteller sarmışsa, Sultanahmet'te alkollü mekanlardan geçilmiyorsa sorun hep bu meseleden yoksun oluşumuzdur. Zira bu bahsettiğimiz yerlerinde hepsinde bir devlet halihazırda vardır. Eksik olan başka şeylerdir.
Bugün Suriyeli kardeşlerimize kapı açmamız işte bu meselenin ufacık bir kırıntısıdır, bir Osmanlı davranışıdır. Bu sebeple onlara sıkıca sarılıyoruz ve sarılmalıyız.
İngilizlerin, Fransızların girip çıktığı her yerde o sömürge dili konuşulurken, hiç bir yeraltı zenginliği kalmazken; Osmanlı'nın girip çıktığı yerlerde herkes kendi dilini konuşabiliyor, kendi kaynaklarını kullanabiliyordu. Almanya 200.000 mülteciyi almamak için Türkiye'ye siyasi rüşvetler verirken, Türkiye 3 Yıldır sessizce 2 milyon mülteci ağırlıyordu. Devlet ile medeniyet ya da "mesele" arasındaki fark işte bu ve benzeri daha niceleridir.
Özlemimiz bu anlattığımız koca meseleye, Osmanlı'yadır. Osmanlı davranışlarının çoğaltılmasına Kafkaslar'ın, Balkanlar'ın, Orta Doğu'nun, hatta tüm dünyanın; ama en çok da bizim ihtiyacımız vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder